TÜİK açıklıyorsa Merkez Bankası hiç uğraşmasın
Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, basın mensuplarıyla bir araya geldi. Babacan burada yaptığı açıklamada, iktidarın ekonomi politikalarına yönelik değerlendirmelerde bulundu. Babacan Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay hakkındaki kararını tanımayan Yargıtay’a tepki gösterdi. Babacan, “Anayasanın tek bir maddesinin uygulanmaması ile anayasanın tümünün uygulanmaması arasında pek fark yok” dedi.
Babacan açıklamaları ulusal basında şöyle yer buldu;
KURUMSAL ÇÖKÜŞÜN EN ÖNEMLİ SEMPTOMU
Ekonomi dışındaki kurumlara baktığımızda da durum son derece kötü. Hele hele yargı ile ilgili son zamanlarda yaşadıklarımız, Anayasa Mahkemesi’nin karar alıp da o karara diğer mahkemelerin uymaması, bu kararların uygulanmaması gerçekten Türkiye’deki kurumsal çöküşün belki de en önemli semptomlarından birisi. 153. madde çok açık, “Anayasa Mahkemesi kararları, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını gerçek ve tüzel kişileri bağlar” diyor. Bundan daha açık bir cümle olamaz. Yargı organlarını da diyor çünkü, idare makamlarını diyor, gerçek ve tüzel kişileri diyor. Şimdi bu madde bu kadar açıkken, “buna ben uymuyorum, saygı duymuyorum, mahkeme uymayabilir” dediğiniz anda o ülkenin artık anayasal düzeninden bahsetmek söz konusu olmuyor. Anayasanın tek bir maddesinin uygulanmaması ile anayasanın tümünün uygulanmaması arasında pek fark da yok. Çünkü bir tanesine uymuyorum diyecek, öbürünün ne özelliği var ki, öbürünün ne üstünlüğü var ki, hepsi bunların anayasa maddesi.
BİR NİTELİK DÜŞMANLIĞI ADETA
İçinde bulunduğumuz durumun en önemli sebeplerinden birisi kurumların önemsizleştirilmesi. “Bu ülkede tek bir kişi ve tek bir makam önemlidir. Bunun dışında hiçbir şeyin önemi yoktur. Zaten bununla böyle önem yarışına giren her türlü kurumun da icabına bakılır.” Yani bu anlayış gerçekten Türkiye’deki bir nitelik düşmanlığı adeta. İşte Boğaziçi Üniversitesi’nin başına gelenlerden tutun da “Nasıl olur da benim irademe aykırı bir karar alır bu Anayasa Mahkemesi” diye alınan tutum, bir kişiyi, bir makamı böyle önemseyen ama onun haricindeki her şeyi önemsizleştiren bir tabloyu önümüze koymuş durumda. Dolayısıyla bu kurumsal çöküş ve kural bazlı yönetim anlayışının tamamen yok olması ki sadece anayasadan bahsetmiyoruz “kural bazlı” derken Türkiye’de ekonomiyle ilgili uygulamalarda da bir kural bazlı yönetim anlayışı yok.
KUŞKUSUZ MÜMKÜN OLMUYOR
Yine Merkez Bankası’nın yani ileriye doğru yön veren kararlarını neye göre nasıl alacağını bir bakıma önden ilan eden kural bazlı para politikası anlayışı uzunca bir süre tamamen yok oldu. Şimdi yeni bir Merkez Bankası yönetimi var. Fakat bağımsız olmadığı için şu son altı yedi aylık uygulamaların ne zaman ters düz edileceği, ne zaman “acaba sabır taşacak?” Ne zaman Merkez Bankası Başkanı görevden alınacak diye her an böyle piyasanın izlediği, her an gece yarısına kadar insanların Resmi Gazete beklediği, “Acaba bu gece yarısı ansızın bir yeni görevlendirme, görevden alınacak mı?” diye izlediği bir ortamdayız şu anda. Dolayısıyla böyle bir yapıyla öngörülebilirlik de kuşkusuz mümkün olmuyor.
YEDİ AYDIR HER TÜRLÜ VERGİ DEFALARCA ARTIRILDI
Seçimlerden sonra 7 aylık bir süre geçti ama şöyle baktığımızda yapılanlar, para politikasındaki sıkılaştırma, maliye politikasındaki sıkılaştırma ama bunun sadece ve sadece vergi artışı yoluyla yapılması, ki bu sıkılaştırmanın bir yolu da biliyorsunuz harcama azaltma yani tasarruf. Şimdiye kadar maliye politikasında sıkılaştırmada tasarruf adına harcama azaltıcı hiçbir şey görmedik. Sıkılaştırmanın çünkü iki yöntemi vardır. Vergi artırma bir de gideri azaltma. Şimdi gideri azaltma yönünde hiçbir şey yok. Sadece sürekli vergi artışı, yedi aydır her türlü vergi defalarca artırıldı. Yılbaşında tekrar tekrar artırıldı. Bir orta vadeli program açıklandı önce üç yıllık. Sonra dönüldü beş yıllık kalkınma planı açıklandı. Biz böyle bir şey görmedik yani.
TÜİK YÖNETİMİ REVİZE EDİLMELİYDİ
Son 7 aya baktığımızda açıkçası yeni ekonomi yönetiminden ben şunu çok bekliyordum. TÜİK yönetimini tamamen revize etmek. TÜİK’in başına da yani gerçekten kredibilitesi yüksek insanlar koymak ve aynı zamanda TÜİK’le ilgili bir dış denetim mekanizması kurmak. Şeffaf açık bir dış denetim mekanizması kurmak. Çünkü açıklanan verilere güven yoksa ve kimsenin güvenmediği veriler üzerinden siz bir ekonomi program yürütmeye çalışıyorsanız.
MERKEZ BANKASI’NIN HİÇ UĞRAŞMASINA GEREK YOK Kİ
Bu tamamen havanda su dövmek başka bir şey değil. Yani bugün işte İstanbul Ticaret Odası giyim enflasyonu açıklıyor yüzde 100’ün üzerinde, TÜİK açıklıyor yüzde 40 küsur. Tam rakamları İbrahim Bey’de vardı da ben yuvarlayarak söylüyorum. İstanbul Ticaret Odası’nın yüzün üzerinde gösterdiği enflasyonu TÜİK 40 diyorsa ve Merkez Bankası da tamamen TÜİK’in enflasyon rakamları üzerinden bir para politikası kurgusu yapıyorsa, hedeflerini bunun üzerinde oluşturuyorsa, enflasyonu düşürdüm düşüreceğim dediği TÜİK’in açıkladığı rakamsa Merkez Bankası’nın hiç uğraşmasına gerek yok ki. Çünkü daha önce TÜİK bunu yaptı. Düşür diyorsun, düşürüyor zaten TÜİK yani. Niye Merkez Bankası uğraşıyor ki bu işlere? TÜİK, rakamı TÜİK açıklasın bitirsin işe. Dolayısıyla bu TÜİK’te 7 ay geçmesine rağmen hiçbir şey yapılmaması ve şeffaflaşmaması yeni ekonomi yönetimi açısından gerçekten çok vahim bir durum.
“HAYAL KIRIKLIĞIMIZ OLDU”
Güvenilir veriler ortaya konmadan siz ekonomide başarıyı sağlayamazsınız, inandıramazsınız ki. Yabancı yatırımcı belki ona çok bakmıyor olabilir. Bu enflasyon sizin içinizdeki mesele arkadaş diyebilir. Ben paramı koyarım, yüzde 40-50 neyse faizimi alırım, arada da kurla alakalı da Merkez Bankası’ndan gerekli güvenceyi alabilirsem ben döviz bazında Türkiye’den ne kazandım ona bakarım diyebilir yabancı yatırımcı. Ama sadece yabancı yatırımcıyı mutlu edecek, memnun edecek ve oradan gelecek kısa vadeli finansmanla ülkenin döviz şartlarını döndürecek bir ekonomi anlayışıyla bu ülkenin ne enflasyon sorunu çözülür ne yoksulluk sorunu çözülür ne de şu anda vatandaşlarımızın içinde bulunduğu bu umutsuzluk, hayal kırıklığı iyileşir. Dolayısıyla bütün bu süreçte gerçekten bizim önemli bir hayal kırıklığımız bu oldu.
“7 AYDIR BEN KENDİ AĞZINDAN FAİZ KELİMESİNİ DUYMADIM”
Bir başka önemli konu, evet Sayın Erdoğan şu an için “tamam arkadaşlar yapıyor, ben karışmıyorum” dese de kendi yanlışıyla alakalı bugüne kadar hiçbir ifade ortaya koymadı. Yani demedi ki “Ben 5 yıl boyunca yanlış yaptım, doğrusu buymuş” demedi. Ve faizden dikkat ederseniz hiç bahsetmiyor. 7 aydır ben kendi ağzından faiz kelimesini duymadım. Seçime kadar “faiz indi, daha da inecek. Ben görevde olduğum sürece faiz artmaz” dedi. yüzde 8,5 faiz, şimdi yüzde 42,5. 45 olur mu olmaz mı onu göreceğiz. Ve bununla ilgili çıkıp da milletin önüne, toplumun önüne hiçbir şey demedi. Bunu demediği sürece de hep şu risk var: “Ben bu arkadaşlara görev verdim, bunlar da yapamadı. Yapabildikleri sadece faiz artırmak oldu. Arkadaş zaten ben yanlış olduğunu hep söylüyordum. Bunlar da laf dinlemedi” deyip her an dönebilir. Yani bu politikalardan dönmeyeceğinin garantisinin çıkıp yanlış yaptım, doğrusu budur diye açıkça ortaya koyması. Ama onu bugüne kadar yapmadı. Yapmadığı sürece de bu endişe, bu korku hep olacak. Yeni ekonomi yönetimi ne kadar çabalarsa çabalasın, sonuç farklı olmayacak.