Türkiye’de İstihdamın Kırılgan Yapısı

Türkiye’de istihdam oranı 2024 itibarıyla %50’ye yükseldi ve 2005’ten bu yana en yüksek seviyesine ulaştı. Bu yönüyle olumlu bir gelişmeden söz edilebilir; zira istihdam son yıllarda her ne kadar sınırlı da olsa artış eğiliminde.

EKONOMİ Yayın: 02 Temmuz 2025 - Çarşamba - Güncelleme: 02.07.2025 19:09:00
Editör -
Okuma Süresi: 9 dk.
100 okunma
Google News

Ancak tüm bu iyileşmeye rağmen Türkiye, hâlâ OECD ülkeleri arasında en düşük istihdam oranına sahip ülke. Nicel artış olsa da yeterli düzeyde istihdam üretilebildiğinden bahsetmek zor.

İşgücü piyasasına katılabilecek potansiyeli ifade eden 15 yaş ve üzeri nüfusun 67 milyona ulaştığı bir ülkede, çalışan sayısının sadece 32,6 milyon olması bu durumu açıkça ortaya koyuyor.

#UzmanGörüşü [04]’de Türkiye’de ortalama çalışma sürelerinin yüksek olduğunu ve ülkenin saat bazında OECD’nin en çok çalışan ülkelerinden biri konumunda bulunduğunu vurgulamıştım. Ancak çalışan nüfusun toplam nüfus içindeki payına bakıldığında aslında ülke olarak az çalışıyoruz.

Türkiye’de yaklaşık 30 milyon kişi işgücüne dahil değil, yani ne çalışıyor ne de iş arıyor. Peki kim bu çalış(a)mayanlar?

Emekliler, öğrenciler ve sağlık sorunları nedeniyle çalışamayanları dışarda tuttuğumuzda karşımıza iki temel grup çıkıyor: ev hanımları ve çalışmaya istekli olduğu hâlde ya iş aramayan ya da kısa sürede işe başlayamayacak durumda olan potansiyel işgücü.

Ulusal İstihdam Stratejisi’ne göre, işgücüne katılmamanın en yaygın nedeni ev işleriyle meşguliyet. Bu gruptaki bireyler toplamın yaklaşık %30’unu oluşturuyor.

Türkiye’nin OECD ülkeleri arasında en düşük istihdam oranına sahip olmasının temel nedeni kadınların iş gücüne katılım oranının oldukça düşük olması. Nitekim Türkiye’de işgücüne katılım oranı erkeklerde %72 iken kadınlarda %36,8.

Dolayısıyla kadınların işgücüne katılımı ve kadın istihdamı artırılmadan, Türkiye'nin genel istihdam oranında anlamlı bir yükseliş sağlamak mümkün görünmüyor. Ancak bu hedef, mevcut iş alanlarına kadın kotası uygulamakla gerçekleştirilemez. Asıl ihtiyaç, meseleyi bütüncül bir yaklaşımla ele almaktan geçiyor. Bu da yeni ve nitelikli istihdam alanları yaratmayı, çalışma koşullarını iyileştirmeyi ve kadınlar için daha müspet ve destekleyici bir iş ortamı oluşturmayı gerektiriyor.

İşgücü piyasalarına dair bir diğer kritik sorun ise beceri ve nitelik uyumsuzluğu. Özellikle üniversite mezunu gençler arasında bu durum ciddi boyutlarda. Tüm yükseköğretim mezunlarının yaklaşık üçte biri, genç mezunların ise neredeyse yarısı "aşırı eğitimli" olarak nitelendirilen yani eğitim düzeyine kıyasla düşük nitelikli işlerde çalışıyor.

Türkiye, OECD ülkeleri arasında üniversite mezunlarının istihdam oranının en düşük olduğu ülke konumunda. İşgücü piyasası gençlere yeterli ve nitelikli iş olanakları sunamıyor. Bu nedenle, gençler artık “eğitim aldıkları alanda iş bulmak” yerine, giderek daha fazla “herhangi bir işe yerleşebilmek” için çabalıyor.

Öte yandan, sanayi ve hizmet sektörlerinde faaliyet gösteren birçok işveren de eleman bulamamaktan yakınıyor. İŞKUR İşgücü Piyasa Araştırması’na göre 204 binden fazla işyerinde toplam 560 binden fazla açık pozisyona uygun eleman bulunamamış durumda ve bir önceki seneye göre bu sayı artıyor. Bu tablo, Türkiye'de hem dikey (eğitim düzeyine uygunluk) hem de yatay (alan uyumu) anlamında ciddi bir beceri uyumsuzluğuna işaret ediyor.

Ortaya çıkan bu uyumsuzluk, işgücüne katılımı olumsuz etkilediği gibi insan kaynağının verimli kullanımını da engelleyen, üretkenliği düşüren, işgücü arz ve talebi arasındaki dengeyi bozan görünmez bir maliyet yaratıyor. Aynı zamanda özellikle gençlerde gelecek belirsizliği, motivasyon kaybı ve mesleki aidiyet eksikliği gibi psiko-sosyal sorunları derinleştiriyor.

İstihdamın arz ve talep yönlü sorunları kadar işsizliğin tanımı ve görünmeyen boyutları da bu tablonun önemli bir parçası. Türkiye’de işsizlik oranı %8,4’e geriledi ve son on beş yılın en düşük seviyelerinde. Bu açıdan olumlu görülebilir ancak bu veriye tek başına bakmak yanıltıcı. Çünkü çalışabilecek durumda olup da işgücü sisteminin dışında kalanların sayısı, yani atıl işgücü, her geçen yıl artıyor.

Geniş tanımlı işsizliği ifade eden bu oran, TÜİK’e göre üç grubu kapsıyor: tam zamanlı çalışmayıp mümkün olduğu takdirde daha fazla çalışmaya başlayabilecek olan kişiler (zamana bağlı eksik istihdam), aktif iş aramasa da çalışmaya hazır olanlar ile çeşitli nedenlerle hemen işe başlayamayacak durumda olanlar (potansiyel işgücü) ve resmî olarak işsiz sayılanlar. Türkiye’de bu geniş tanımlı işsizlik oranı %26,7.

Yani işgücündeki her dört kişiden biri ya işsiz ya eksik çalışıyor ya da iş aramaktan vazgeçmiş olsa bile çalışmaya hazır durumda. Dolayısıyla Türkiye, mevcut insan kaynağını ekonomik ve toplumsal olarak yeterince etkin ve verimli kullanamıyor.

Atıl işgücü oranının artışı iki şekilde okunabilir. Birincisi, potansiyel işgücü üzerinden değerlendirildiğinde, Türkiye’de çalışabilir ama çalışamayanların sayısının dramatik biçimde arttığını ve istihdam piyasasının bu kesimi içine alamadığını gösteriyor.

İkincisi ise, zamana bağlı eksik istihdamın artış eğilimiyle ilişkili. EYT düzenlemesi sonrasında emeklilik hakkı elde eden bazı bireylerin geçimlerini sürdürebilmek amacıyla yarı zamanlı işlere yöneldiği gözlemleniyor.

Benzer şekilde, artan geçim baskısının özellikle kadınlar ve yaşlılar arasında parça zamanlı ya da düzensiz işlere yönelimi artırdığı söylenebilir. Bu kişiler çoğu zaman ev içi sorumlulukları ya da fiziksel sınırlılıkları nedeniyle tam zamanlı çalışamıyor ancak hane gelirini desteklemek amacıyla haftada birkaç gün çalışmayı tercih ediyor.

Ayrıca, dijital platformlar veya farklı mecralar üzerinden yürütülen serbest, esnek veya geçici işler giderek daha fazla görünürlük kazanıyor. Bu alanda çalışanların bir kısmı, düzenli iş akışına sahip değil. Yalnızca dönemsel ya da kısa süreli işlere erişebildikleri için haftalık çalışma süreleri düşük kalıyor. Tüm bu gelişmeler, istihdam edilenler içinde görünmesine rağmen aslında eksik ve güvencesiz biçimde çalışan bir kitlenin varlığına işaret ediyor.

Tüm bu yapısal zorluklar, istihdam meselesini Türkiye açısından hem ekonomik kalkınma hedeflerinin hem de toplumsal refah, sosyal adalet ve istikrarın merkezine yerleştiriyor.

Bununla birlikte, bu yazının kapsamı dışında kalan ancak göz ardı edilmemesi gereken bir diğer önemli konu ise yapay zekâ ve otomasyonun işgücü üzerindeki etkisi.

Türkiye’nin işgücü piyasası bu dönüşüme ne kadar hazır? Mevcut istihdam yapısı birtakım kırılganlıklar barındırıyorken yeni teknolojilerin yaratacağı yapısal değişim bu tabloyu daha da zorlaştırabilir mi? Bu da istihdamın geleceğini şekillendirecek sorulardan biri olarak karşımızda duruyor.

 

#UzmanGörüşü’nün beşinci sayısından bu kadar.

En büyük gücümüz, siz değerli okuyucularımız. Bağımsız bir medya platformu olarak, yakında Patreon hesabımızı aktif şekilde kullanmaya başlıyoruz. Dilerseniz buraya tıklayarak hesabımızı inceleyebilir ve bize destek olabilirsiniz.

Rapor Bülteni’yle ilgili her türlü görüş, öneri ve iş birliği teklifi için raporbulteni@gmail.com adresine e-posta gönderebilirsiniz.

Rapor Bülteni Direktörü Ömer Burak Tek’e ise omerburaktek@gmail.com adresinden ulaşmanız mümkün.

#
Yorumlar (0)
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
ss